29 Ocak 2011 Cumartesi

Communicating research more effectively

Communicating research more effectively: "Students and faculty who plan to attend the AERA Annual Meeting this year may be interested in a communications professional development course. A half-day workshop, Communicating research through effective presentations, social media, and writing, will focus on these sometimes neglected skills. Instructors will be Ron Dietel, assistant director for research use and communications at UCLA’s [...]"

24 Ekim 2010 Pazar

Sosyal Medya ve Christian Doppler, ya da, Bildiğiniz Medya Ölçümlemesinin Sonu

(Not: Bu yazım ilk olarak GENNARATION'da yayımlandı: http://www.gennaration.com.tr/internet/sosyal-medya-ve-christian-doppler/# . Ancak bazı yerleri "kesintiye" uğradığı için kendi blogumda "özgün" halini yayımlamak zorunda kaldım.)

Soğuk bir Kuzey Avrupa Şubatı... 2007 yılından o güne dek, Amsterdam Üniversitesi’nde kendi halinde bir öğrenci olan Jonathan Nip [@nipp], o sabah yolda yürürken, çok kısa süre içinde gerçek bir mikro-şöhret olacağını bilemezdi. Yaşam çizgisini değiştiren olay, Türk Havayolları’nın TK1951 sefer sayılı Tekirdağ uçağının, yerel saatle on buçuk sularında, Amsterdam’ın Schiphol Havalanının “Polderbaan” olarak da bilinen 18R Pisti’ne, gözlerinin önünde büyük bir gürültüyle çakılmasıydı. Olayın ilk tanıklarından olan Nip, Internet erişimi olan telefonunu çıkarttı ve saat 10:39’da, ertesi günkü gazete manşetlerini belirleyecek olan ilk mesajını, Twitter üzerinden ‘cıvıldadı’: “Amsterdam Schiphol Havalimanında uçak kazası!!!”. Bir dakika sonra ikinci bir mesaj attı: “Schiphol Havalimanı yakınlarında düşen bir uçağa bakıyorum”; ve hemen ardından da yeni bir güncelleme: “Ortalığa bir sürü ilkyardım görevlisi üşüşüyor. Hala başka haber yok. Ağda başka haber bulamıyorum”. Gerisini, Sosyal Medya kendisi halletti. Kaza haberine ait, [#Schiphol] ‘hash-tag’li mesajlar, önce Twitter’da ‘Kartopu’ gibi büyüdü, oradan bloglara yayıldı, sonra da sosyal ağlara. İlerleyen saatlerde, Channel 4 News haber kanalı [@channel4news], medya tarihinde küçük bir devrim yarattı ve Jonathan Nip’le tarihteki ilk Twitter mülakatını gerçekleştirdi. Kazanın gerçekleştiği 25 Şubat 2009’un akşamında, CNN International [@cnni] bu küçük çaplı devrimi haber yapmak zorunda kaldı. Bugün, artık bir mikro-şöhret olan Jonathan Nip’in adı, neredeyse Schiphol Kazası ve Twitter’la birlikte anılıyor.

***


19 Kasım 1803’de dünyaya gelen Christian Doppler’in ataları, duvarcı ustasıydı. Salzburg’da, 1674’ten beri başarıyla sürdürdükleri, gelenekselleşmiş bir işleri vardı. İşte sağladıkları başarıyla, Salzburg’un Hannibal Meydanı’na (bugünkü Makart Meydanı), bakan bir ev inşa ettiler. Christian da o evde doğdu. Ancak sağlığı, aile işini görütmeye elverişli değildi. Çelimsiz ve kolay hastalanan bir çocuktu. Bu nedenle de, ataları gibi duvarcı ustası olmak yerine, önce matematik sonra da astronomi okudu ve usta bir bilimci oldu.
Christian Doppler, 1840’larda “Doppler Etkisi” olarak da bilinen kuramıyla, fizikte çığır açtı. Doppler, ışık veya ses kaynağının hareket etmesi durumunda, kaynağın ürettiği dalgaların hızı ile kaynağın kendi hızının üst üste binerek, yayılan dalgaların frekansını arttırdığını kanıtlamıştı. Yani, hareket eden bir ses ya da ışık kaynağının ürettiği ses veya ışık, alıcıya kendi frekansından daha yüksek bir frekansta ulaşıyordu. “Doppler Etkisi” olarak da anılan bu fizik kuralına, yaklaşan ambülansın sireninin tonunun yükselmesi, ya da, yanımızdan korna çalarak geçen bir aracın kornasının tonunun, yaklaşana kadar yükselmesiyle, günlük yaşamda sıkça şahit oluyoruz. Ancak, Doppler Etkisi’ni görmeye başladığımız diğer bir ortam da, artık Sosyal Medya.

Sosyal Medya’da ‘Kartopu” Yaratan Doppler Etkisi
Jonathan Nip’i kısa sürede mikro-şöhret haline getiren olguyu, Sosyal Medya üzerindeki Doppler Etkisi’yle açıklamak mümkün. Bunda, elbette Nip’in kaza yerinden geçen ilk tanıklardan biri olmasını sağlayan şans faktörünün rolünü de gözden kaçırmamak gerekiyor. Ancak, konvansiyonel medya profesyonellerinin bir günde şöhret olduğu veya uçak kazası gibi çok da sansasyonel sayılamayacak bir olayı, haber atlatarak vermeleriyle şöhret oldukları bir durum, o güne kadar görülmüş-işitilmiş değildi. Nip’e saatler içinde şöhret getiren şey, Sosyal Medya’nın olağanüstü yayılım gücünün sağladığı haberin yayılım hızının, Sosyal Medya üzerindeki angajman hızıyla birleşmesiydi. Yani haber, Sosyal Medya üzerinde yayılırken, konvansiyonel medya üzerindeki gibi doğrusal bir yayılım göstermiyor, ‘re-tweet‘, ‘share‘, ‘like‘ vb. mekanizmalarla paylaşılarak, kopyalanarak yoğunlaştırılıyor; ve bu yoğunlaşma hızı (angajman) haberin doğrusal yayılım hızıyla birleşerek, ortaya Christian Doppler’in tariflediği yapısal sayılabilecek frekans yükselmesi çıkıyordu.
            Sosyal Medya üzerindeki Doppler Etkisi’ni, Türk kamuoyu en son 12 Eylül 2010 Halkoylaması’yla birebir yaşadı. Özellikle Facebook vb. sosyal ağlarda paylaşılan, kimi video, görsel, yazı vb. politik mesajlar, paylaşılmaya başladıktan bir süre sonra, sadece politik aktivistleri değil, lehte veya aleyhte politik konum almak isteyen sıradan sosyal ağ kullanıcılarını da harekete geçirmeye başladı ve mesajların yayılımı angajman hızıyla birleşti. Aynı mesaj, bir süre sonra hiç beklenmedik bireylerden geri dönmeye başladı ve etkisi kendiliğinden arttı. Zira Doppler Ektisi’yle tariflenen mesajın yayılım hızı ile mesajın kendi hızı üstüste binmişti...
Ve yaşanan bu olgu, o güne dek ahir zaman allamelerinin bize sıkça anlatmaya çalıştığı, viral yayılım döngüsü veya ağızdan-ağıza pazarlama (WOMM – Word-of-Mouth Marketing) yaklaşımlarının çok ötesinde bir konuydu...

Sosyal Medya’yla Değişen Oyunun Yeni Kuralları
Geldik can alıcı soruya: “Sosyal Medya üzerindeki ‘Doppler Etkisi’ nasıl ölçümlenecek?”. Daha doğrusu, Sosyal Medya nasıl ölçümlenecek? Konu Sosyal Medya olduğunda, konvansiyonel medyanın ‘tiraj’, ‘reyting’ vb. saçmalıklarının, hiçbir işe yaramayan, modası, hatta son kullanma tarihi geçmiş palavralar olduğunu, artık en teknoloji özürlü yöneticiler bile biliyor. Ama hala daha, naftalinli Web 1.0, hatta ‘brochureware’ günlerinden kalan, ‘bağlantı süresi’, ‘bounce rate’, ‘üye (doğrusu bağlantı) sayısı’ türünden ‘cinlikleri’ önümüze koymaya çalışan yayınları gördükçe, bazılarının konuya halen ne kadar uzak olduğu anlaşılıyor.
“Başlangıçta gaz ve toz bulutu vardı” demekten geri duracağım için, Sosyal Medya Ölçümlemesi ve Metrikleri konusunu bir sonraki yazıma saklayarak, Sosyal Medya üzerinde Doppler Etkisi’ni ortaya çıkartan temel etkenin ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Bu ilk konuda emin olun, çok iyi tanımlanmış Anahtar Performans Göstergeleri’ne (KPI – Key Performance Indicator) sahibiz ve bu göstergeleri kullanarak Sosyal Medya üzerinde, her türlü ölçümleme ve takibi yapabileceğimiz teknolojik olanaklarımız da mevcut.
Sosyal Medya’da mesajı yoğunlaştıran unsurlar, elbette ki bireylerdir. Bu bireyleri Malcolm Gladwell, The Tipping Point: How Little Things Can Make a Big Difference (Kıvılcım Anı: Küçük Şeyler Nasıl Büyük Farklar Yaratır adıyla Türkçe yayımlandı) adlı kitabında, Azınlık Kuralıyla tanımlamaya çalışıyor. Azınlık Kuralına göre, bu bireyler:
  • Bağlayıcılar (Connectors), yani olağanüstü güçlü bir ilişki kurma ve sürdürme becerine sahip, çok geniş bir çevresi olan bireyler;
  • Yetenekliler (Mavens), yani bizleri sürekli bilgi ve enformasyonla donatan bir tür ‘enformasyon brokeri’ gibi çalışan bireyler ile;
  • Satıcılar (Salesmen), yani ikna kabiliyeti çok yüksek olan karizmatik bireylerden oluşuyor.
O zaman, bu kişileri nasıl bulacağız, Sosyal Medya üzerinde? Kanımca bu soru, her türlü Sosyal Medya Ölçümlemesi’nden önce yanıtlanması gereken temel sorudur. Sosyal Medya üzerinde Doppler Etkisini yaratan kişiler, yukarıdaki üç grubun bütün özelliklerini taşıyorlar: yani olağanüstü güçlü bir ilişki kurma ve sürdürme becerisine ve çok geniş bir çevreye sahipler, bu çevreyi sürekli bilgi ve enformasyonla donatarak bir tür ‘enformasyon brokeri’ gibi çalışıyorlar ve ikna kabiliyetleri çok yüksek, karizmatik bireyler bunlar. Bu bireyler, son dönemde “Influencer” olarak da adlandırılıyorlar.
Influencer’lar, kendi aralarında “Social Influencer” (SI) ve “Key Influencer” (KI) olarak ikiye ayrılıyolar. İlk grupta yer alanların ektisi, diğerlerine göre daha düşük ve sınırlı. Asıl önemli olanlar, ikinci grup. KI grubunun, Sosyal Medya üzerindeki en temel etkisi, hem SI grubunu hem de bunların dışında kalan bireyleri harekete geçirerek Doppler Etkisi’ni yaratması.

Peki, kim bu Key Influencer?
KI, bağlantı sayısı, mecra ortalamasının (örneğin Facebook için 130) çok üzerinde olan, ancak aynı zamanda, belirli bir frekansta mesaj üreten veya paylaşan ve bu mesaj veya paylaşımlarına kendi bağlantılarından belli oranlarda yanıt veya tepki alan kişilerdir. Buradaki oranlar vb. ayrıntılara, ne yazık ki, bu konuda geliştirilme sürecindeki patentli bir teknolojimiz olduğundan, çok fazla giremiyorum. Ancak, konuyla ilgilenenlere memnuniyetle birebir ayrıntılı bilgi verebilirim.
            KI, Doppler Etkisini nasıl oluşturuyor? Öncelikle KI, bir Bağlayıcı olarak kendi sosyal ağına sahip ve bu sosyal ağı sürekli geliştiriyor. İlişkilerini koruyor, kişisel temaslar, mesajlar veya paylaşımlarla güçlendiriyor. Sosyal ağlarda (örneğin Facebook) bu konuda zaten çok güçlü bir altyapı var. KI daha sonra, kendi ağındaki bağlantılarına sürekli ve düzenli olarak enformasyon, haber, paylaşım vb. içerik ulaştırıyor. Dahası, bunu takip de ediyor. Kimi zaman, aynı içeriği birkaç gün üstüste tekrarlamaktan da çekinmiyor. Son olarak da, içtenlik ve inandırıcılık dozunu korumaya, çok büyük özen gösteriyor; zira Sosyal Medya üzerindeki karizma, pazarlama dergilerindeki, kollarını göğsünde kavuşturmuş ‘başarı abidesi’ yapmacık ve kurgu fotograflardan değil, içtenlik ve inandırıcılıktan geçiyor.
            Hadi gelin şimdi, Sosyal Medyadaki bu Doppler Etkisi’ni, anahtar kelime bazlı, ikili bool mantığında çalışan aramalarla ölçümlemeye çalışın; adama gülerler.
            Bayanlar, Baylar! Çok üzgünüz, bildiğiniz medya ölçümlemesinin sonu ne yazık ki geldi. İnanmayanlar veya kendini kandırmaya devam etmek isteyenler için, Kaybedenler Kulübü durağına giden tramvayda yer ayırttık.

            Kalkıyor, VAAARDAAA!!!

28 Ocak 2010 Perşembe

Gazeteler için yeni gelir kaynağı : uygulamalar

Çağan Çağlar'dan:

Gazete tirajları ve gelirleri son 10 yılın en büyük çözümsüz sorularından birisi. Azalan tiraj ve gelirler karşısında gazete firmaları ücretli içerik yolunu (paid content)zorlayan stratejiler geliştiriyorlar birbiri ardına.

Kullanıcıların ise yorumu çok net; Ücretsiz başka yerde bulabildiğim içeriğe neden para vereyim ki?

Ücretli sunulacak içeriğe verilecek ekstralar ise kaynak gücü v.s. gösterilerek hep kısıtlanıyor nedense. Bu konudaki en güzel örnek Financial Times'dan. Bir biri ardına geliştirdikleri uygulamalar ile ücretli aboneliği sonuna kadar zorlayacaklar görünüyor.

Kullanıcılardan sadece internet için para almayı düşünmek te çok mantıklı değil. Apple sayesinde mobil kullanıcılar itunes'a zaten para ödemeye alıştılar. En çok indirilen ücretli uygulamalar oyunlar olsa da gazete haberleri, çeşitli mobil fonksiyonlar sunan uygulamalar da başı çekiyor.



En iyi ücretli örneklerden biri Guardian'a ait aplikasyon. Marka, Iphone uygulamalarının 70 bine yakın indirildiği haberini kendi teknoloji blog'unda 'Uygulama 2.39 Paund olmasına rağmen, bu başarı Iphone kullanıcılarının ödeme yapmaya istekli olduklarını göstermektedir' sözleri ile anons etti.

Kullanıcıların başka hiç bir yerde bulamayacakları bir 'hizmet' para almanın tek yolu.

Ama endüstri para bulmaya çalışmaktan, bu 'hizmetin' ne olabileceğini düşünmeye pek vakit ayıramıyor gibi...

'Markalı' içerik hiç bir zaman ölmez, ölmeyecek te. Ama formatta değiştirecek.. Okur ve kullanıcıların ihtiyaçlarının nereye, ne şekilde kaydığını takip eden, ve buna yönelik hızlı aksiyon alanlar da kazanacak.

Kazananın kimler olacağını da hep beraber 2010'lu yıllarda göreceğiz.

Thinking Big: How the Creative Class Is Changing Business

From the Creative Class:

by Steven Pedigo

lightbulb
Richard recently appeared on Big Think to share his ideas on how the Creative Class is impacting the way businesses think.
Now more than ever, companies need unconventional thinking to work within the new rules set by the economic recession. Richard Florida has persuasively demonstrated how artists, scientists, engineers, writers, musicians and more can revitalize an entire city from urban decay. With today’s companies dealing with a deep recession, what can members of the Creative Class do for businesses?"

What should we rename ‘FP8′?

From Gary Finnegan (Blogactiv):

“What’s in a name? That which we call a rose
By any other name would smell as sweet.”

- William Shakespeare


EU officials are toying with the idea of renaming Europe’s Framework Programme for Research and Technological Development. At present, the seventh framework programme (FP7) is under review and governments are already jockeying for position in the battle for funding that will precede the launch of ‘FP8′.

The idea of renaming FP8 should be welcomed given its potential to improve public understanding of what the EU does in terms of its multi-billion euro support for research. 

The move should also be welcomed by looking to improve SME involvement in the framework programmes. The trouble with the rather lengthy current title is that so few European citizens know what it it’s all about.
Imagine the framework programme were a product given to marketeers and brand managers to sell to the public. They would surely have come up with something shorter than the Framework Programme for Research and Technozzzzz…..

And they would have avoided adding yet another acronym to the alphabet soup of European science jargon. Who needs the FP8 when we already have ERA, ERAB, REA, ESF, COST, EIT, and KICs?

So. What should it be called? 

Well, it has to be short, simple and, ideally, work in several langauges. At the very least it should translate readily or use familiar terminology.

One sugguestion might have been to go for something like Euroscience - but this is already taken.
You might prefer Euroresearch or Euroinnovation, although those are (a) not as linguistically universal and (b) not strictly accurate since the focus is on science and research rather than specifically on innovation.

How about SciFund? Or ResFund?

“Have you put in your SciFund grant application?”

Works for me.

Let us know what you think…

Unlocking Creativity

From Idea Connection:

If knowledge is the mind of the Talent Age, creativity is its heartbeat.

27 Ocak 2010 Çarşamba

A Transatlantic Innovation Dialogue

From the EU:

A recent initiative between the EU and the US is to start a Transatlantic Innovation Dialogue as part of the Transatlantic Economic Council. This Council works on better mutual recognition of existing regulation. But the new emphasis is on future Innovations - such as electric cars, smart grids, eco-efficient or nanotech-based products - which will [...]